6 Mayıs 2015 Çarşamba

İlklerin Hikayesi; Dostu Olmalı İnsanın...


Geleceğini bilip günler öncesinden bekleyeceği, hemen her sofrada sohbeti evirip çevirip yapılacaklar mevzuuna getireceği, kavuşma saatleri yaklaşınca apar topar hazırlanıp sevinçle cam böceğine dönüşeceği; bir dostu olmalı...
Arkasında Eski Cami, bir elinde babasının akledip getirdiği fakat uyanıkça kaptığı gezi rehberi, diğerinde dostunun eli...



Bir dostu olmalı ki; gönlüne yük bindirmesin, içine kaygı düşürmesin, hesapsızca 'yol' a koyulsunlar birlikte; hem 'yol' u hem birbirlerini tanımak adına..


Zaten en çok 'yol' öğretmez mi insana? 'Dostunu tanımak istiyorsan ya yolculukta...' diye başlayan söz tam da bu hali haber vermez mi? Arkamdaki heykelin ne tarihi ne manevi anlamı yok bana göre; Aaaaa ne ilginç bir aslan kafası, hem de su akıtıyor! haykırışlarıyla etrafına dizilmemiz, şapkama su doldurup kafama takmam asıl önemli olan.. 


Ben neler hayal ediyorum, kimse bilemez. Etrafa verdiğimiz fotoğraf ise tam bir dosluk örneği :-)

Ortalama yaşlarımız 4-7 arası, gerek arabayla gerek yürüyerek kat ettiğimiz mesafe ise boyumuzun bilmem kaç katı! Yorulduk, bunaldık, hatta bezmek üzereyiz de kuyruğu dik tutuyoruz :-) Selimiye Camii'nin iç avlusundaki şadırvanda babam usulü yıkadığımız çilekleri afiyetle yemek içimizi ferahlattı çok şükür. 


Bunca yıllık ömrümde (bu annemin lafı) böyle güzel 1 Mayıs kutlaması görmedim arkadaş. Miting mi, düğün mü, bayram mı anlayamadık pek. 


Adı her neyse işte, durup alkışlayasımız, beraber oynayasımız geldi..


Bunca kızın içinde kalan tek erkek olarak Eski Cami'de Cuma namazına gitmek de bize düştü :-( Ben biliyordum zaten bu kızların arkamdan işler çevireceklerini, eğlencelerine eğlence katacaklarını :-(


Ben yine hayatımda ilk defa hiç kimsenin yardımını almadan, hem de böyle yaşlı bir ağaca çıktım. Bir tarafımda nazlı akan Meriç Nehri diğer yanımda dostum, sohbete mi doyalım, oyuna mı, karar veremedik. 


Çok gezdik, çok oynadık, bir sürü neşeli hikayeler biriktirdik. Çokça acıktık azıcık yedik..


İlk defa birlikte salıncağa bindik. Bizden gören minik fasülyeler de bindi.





Etrafı güzelliklerle dolu olsa insanın, mesela, yaşadığı zamanda kafasını kaldırıp etrafa baktığında bozulmamış tabii harikalar ya da estetik kaygı güdülerek imar edilmiş yerler görse, hep ama, acaba diyorum, kötülük bu kadar aklına gelebilir miydi?



Seyredilen değil üzerinde uzanılabilen toprak, insanın birikmiş kötü hislerini, kontrolsüz öfkelerini, ne yapacağını bilemez taşkın hallerini dizginler, iyileştirir miydi?
Topraktan gelen insan toprağın kucağına kaçtığında yine, sükunete erebilir miydi?
Toprak, duymayı değil dinlemeyi, dinlenmeyi, içerisine doğru seyrana çıkmayı, kainatı okumayı, hissetmeyi öğretebilir miydi?




Bu hikayeyi başlatan iki dost, hikayenin meyvelerinden biri...



Her zamanın bu kadar saf, güzel, bereketli olamayacağının da farkındayız elbet..


Ama bir üzüm sümbülün sevdasına, dakikalarca ve etraflarında gördükleri her şeyi araç-gereçe çevirmek pahasına çiçek soğanı aramalarını seyretmek, onlara hem ilham vermek hem refakat etmek o kadar güzeldi ki..


Şükrümüz yine eksik; değil mi ki insanız...


2 yorum:

  1. Film şeridi gibi geçti gitti...
    Hatıralar yanımıza mutlu anlar olarak kar kaldı.

    YanıtlaSil
  2. Tam öyle oldu gerçekten. Allah tekrarını da nasip etsin.

    YanıtlaSil