12 Şubat 2015 Perşembe

Yediklerimiz Bize Kalsın; Gezip Gördüklerimizi Anlatalım...


Yarı yıl tatilimizi İstanbul'da geçirdik. Daha tatil başlamadan planlamıştık bütün yapacaklarımızı, bir kaç fire dışında hepsini gerçekleştirebildik çok şükür.. Rüzgar gibi geçen günlerimizden geride kalan hatıraları anlatmak biraz uzun sürebilir :-)
Genel sağlık kontrolüm ve almak istediğim tavsiyeler için 'Geleneksel Tıp; Yitik Şifa'nın İzinde' ekolünün uygulayıcılarından Hatice hanımdan randevu almıştım. İlk ziyaretimiz o oldu. Bununla ilgili daha ayrıntılı yazacağım inşallah daha sonra. 
Pera Müze'sinde 'Anadolu Ağırlık Ölçüleri Birimleri' konulu atölye çalışmasına katıldı oğulçe. 


Çalışmalar başlamadan kızçe de merakını giderdi, her şeyi inceledi kendince. Sonra biz çıktık, eğitmenlerle katılımcıları kendi hallerine bıraktık. Oğulçeyi almaya gittiğimizde eğitmenler kendi aralarında konuşuyorlardı; bir dahakine daha profesyonel olalım, yorgunluktan mahvolduk, diye.


Atölyenin sonunda ortaya çıkan ürün; Terazi ve oyun hamurundan ağırlık ölçüleri ;-)


-Anneeeeeee! Kımıcıya binelimmm!!!
-Binelim kızım..
Oğulçe atölyedeyken biz de kızımla İstiklal Caddesi'ni gezdik.


İstanbul Üniversitesi'nde öğrenciyken, ders kitaplarıma ilaveten ruh dünyamı besleyecek kitaplar okumaktan, mekanlarda bulunmaktan, sohbetler dinlemekten zevk duyardım. Beyazıt-Sultanahmet mıntıkası bu heyecanlar için biçilmiş kaftandı. Beyazıt Meydanı'ndaki Fetih Cemiyeti-Yahya Kemal Enstitüsü'nü ziyaretlerimden birinde, o zaman kitap satış yerinde bulunan (şimdi çok yaşlandı, artık gidemiyor) Kemal Hoca bana Samiha Ayverdi'nin Dile Gelen Taş'ıyla beraber bir kaç kitabını daha tavsiye etmişti. Öğrenci bütçeme ağır geldiği için hayatımda ilk defa taksitle kitap almıştım. Ne hikmetse öğrenciliğim bitene kadar o taksitlerim hiç bitmedi, her ödemeye gidişimde yeni kitaplarla çıkar oldum oradan :-) Yıllar sonra, hem de farklı bir şehirden gelip orayı iki çocuğumla ziyaret etmenin mutluluğu benim için tarife sığmaz da... Oğulçemin fotoğraf çektirirken Samiha Ayverdi'nin Dile Gelen Taş'ını eline alıp poz vermesinin izahını hiç yapamam...


Enstitü'nün bahçesi... Kitap satış yerinin de baktığı bu bahçenin diğer odalarında hem sanat kursları hem de Yahya Kemal Müzesi var.


Marifet her bulduğumuz yerde dakikalarca bıkmadan usanmadan sallandığımız salıncakta mı yoksa Sarıyer sahilinden Polonezköy'e doğru sallanmakta mı, bilemedik... Oğulçe'nin isyan bayrağını çekip teyze oğluyla anneannesinde kalmayı tercih ettiği gün yol arkadaşım ve kızçeyle birlikte arkamıza bile bakmadan kaçtık. Ne de olsa tek çocukla gezmek nispeten daha kolaydır, değil mi? 
Öğlen Taksim, oradan Sarıyer. oradan Beşiktaş ve Sinan Paşa İş Merkezi'ndeki kitapçılar, oradan motorla Üsküdar, Üsküdar'daki Şemsi Paşa Camii ve çay bahçesi, oradan Marmaray'la Bahçelievler, gezisinden sonra akşam,  bizimle gelmediği için oğulçeye tekrar minnet duyduk :-)))


-Anne, 
-Efendim oğlum?
-Müjde Çiçeği ne demek?
-Hımm, neden sordun?
-Bu kitabın adı öyle de..
-Okuyalım bakalım ne demekmiş..
Muhabbetiyle başladık hikaye kitabını okumaya. Okudukça oğulçe çok beğendi hikayeleri, her akşam yatmadan önce bu kitabı ister oldu taaa ki bitirene kadar. En sonunda baba tarafından büyük halasının yazdığını söylediğimde gözlerindeki heyecan görülmeye değerdi. Sonra iki-üç-dört... defalarca okuttu aynı hikayeleri. Bu arada zihninden kurmuş, İstanbul'a gelişimizde halamızı ziyaret edecektik ya nasıl olsa, 'anne ben halamı tebrik edeceğim, "güzel yazmışsın, yazarlığın iyiymiş, ben de senin gibi yazar olacağım" diyeceğim' dedi. Biz de evine gittiğimizde bir adım ötesini gerçekleştirdik; kızçe ve oğulçeye birer imzalı kitap kaptık!



Aksaray'da bir Doğu Anadolu lokantasındaki öğle yemeği molasından sonra ikram edilen Melengiç Kahvesi'nin sunumu bu şekildeydi. Kayda geçmeden edemedik.


Bu fotoğrafın yazının başlığıyla tezat teşkil ettiğinin farkındayım, lakin burada amaç yenilen şey değil, İstanbul'u yad ettikçe dilimizden düşüremediğimiz 'köprüde balık ekmek yemek, dolmuşa hadi gidelim, demek...' şarkısını bir kez daha yaşamaktır...


Katıldığımız diğer atölye çalışması da Tophane'deki İstanbul Modern'in düzenlediği 'Gizemli Nesneler' idi. Bu atölye ile ilgili izlenimlerim ne yazık ki çok da olumlu değil. Oğulçe eğlendi, farklı insanlarla tanıştı, bilincinin bir yerinde güzel açılımlar olmuştur diye ümid ediyorum fakat hem ders ücretiyle içeriği karşılaştırıldığında sonuç tatmin edici değil hem de şimdiye kadar katıldığımız atölyelere göre mantığını özensiz buldum. Şöyle ki; 2 saat için gerçekten fahiş bir ücret talep ediyorlar, açıklamada buna müze gezisini dahil ediyorlar ama bence yine de abartılı bir rakam. Hadi nitelikli olması ümidiyle katlanıyorsunuz ama çocukların ellerinde hiçbir şey kalmıyor. Oranın malzemelerini kullanıp ürünlerini yine orada bırakıyorlar. Anladığım kadarıyla bu ürünler de sonra seçmeye tabi tutuluyor ve satılabilir olanları ambalajlanıyor, kullanıma hazır bir nesne haline getirilip müzenin satış yerinde satılıyor, hem de yine çok uçuk rakamlarla. Neden? Çünkü el emeği. Ama çocuklara kalan sadece orada geçerdikleri zaman. Hatıra olması için kendi ürünlerini çocuklara vermeleri gerekir bence. Bu anlayışıyla tekrar tercih edeceğim bir yer değil.  

İstanbul Modern'de yaptıkları çalışmalardan bir görüntü...


Oğulçe atölyedeyken ben de özlediğim yerleri rahat rahat gezeyim istedim. Kılıç Ali Paşa Camii yine bütün heybetiyle orada... Bu sefer abdest alma yerlerinin uygunluğu, itinalı düzenlenişi, temizliği, bütün malzemelerin titizlikle seçilerek eksiksiz bir şekilde ziyaretçilerin kullanımına sunuluşu ve bunlar için de bir bedel ödenmesinin dayatılmayışıyla içimi coşturdu.. Bu kadar düzgün yapılan işten sonra siz zaten ister istemez ücreti bırakmaya çalışıyorsunuz.. 


İki yıldan uzun zamandır yüzyüze görüşemediğimiz, Ankara'nın geçici sakinlerinden Cansu Abla'yla Beyazıt'ta buluştuk. Yahya Kemal Enstitüsü'nü birlikte gezdik. Sultananmet'e kadar yürüdük ve çocuklarımız (bir tanesi de çocuk arabasında) Ayasofya'yı temaşa ederken (!) olabildiği kadar sohbet etmeye çalıştık.. Ayasofya Meydanı'ndan geçerek Cafer Ağa Medresesi'ne gittik. Taş odalarda sükuneti bulduk. Çocuklarımızın Medrese'nin avlusunda bağıra çağıra koşturmasından tedirgin olsak da, o yaşta o havayı teneffüs edebilmelerinden huzur duyduk...



Beşiktaş'taki atölyeden sonra Harbiye Askeri Müzesi'ne gittik, Son bir aydır neredeyse her gün Çanakkale Savaşı çizgi filmi seyreden oğulçe sevinçten deliye döndü. Atatürk' e sıra arkadaşlığı yaptığının neden sonra farkına vardı. Sanırım gezdiğimiz yerler içinde en etkilendiği yer burası oldu, günlerce dilinden düşürmedi. 


İlk defa orta okul yıllarımda gittiğim ve çok heyecanlandığım Mehter Konseri'ne oğlumla gitmek ayrı bir mutluluktu. Aşırı gürültüden, kalabalıklardan her daim rahatsız olan oğulçe orada da hemen kalkmak istedi ama ben hiç keyfimi bozmayınca sonuna kadar sabretmek zorunda kaldı :-)



Evimizde Trt 'nin Kültür-Yemek belgesellerinden birini seyrederken Uygur Mutfağı'na rast geldik ve Lağman'ın yapılışından ailecek çok etkilendik. Topkapı'daki Türk Kültürü Mahallesi'ndeki Zinnet Restorantı'nı gezi güzergahımıza hemen ekledik. Lezzetli ve şahsına münhasır oluşu sebebiyle gittiğimize memnun olarak ayrıldık oradan. Fakat aslında Şehzadebaşı' ndaki Doğu Türkistanlılar Vakfı' nda öğrenci bütçelerimizle kıymetini bile bile yediğimiz makarnayı (lağman), sadeliğinde samimiyeti bulduğumuz vakıf bahçesini hatırlattığı için cazipti...



Blogda ara ara bahsettiğim, fakat havasını soluğudumuz zamanlardaki halinden eser kalmayan, hasretle her gidişimizde boynumuz bükük ayrıldığımız Türk Edebiyatı Vakfı'nın giriş kapısı...

İSTANBUL

Sana vardım içim ümitlerle dolu,
Beni sarhoş etme İstanbul. ne olur..
Bir gün ben de eririm caddelerinde,
Çürür kemiklerim, adım unutulur...
Yine sen kalırsın dipdiri, sımsıcak,
Göğün, bulutların, denizlerin kalır,
Oynama İstanbul, benimle oynama,
Bir gün öldürür beni bu dert, bu kahır...

Ümit Yaşar Oğuzcan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder